LUSYEN KOPAR

16 Kasım 2000’de kaybettiğimiz Ahmet Kaya’nın eşi Gülten Kaya ile gerçekleştirdiğimiz röportajın üçüncü ve son bölümündeyiz artık. Gülten Kaya o meşum “Ödül töreni gecesi”nde ve sonrasında neler yaşadıklarını, neler hissettiklerini anlattı. Ve tabii sürgün günlerini, 1999 depreminde yakınlarından nasıl haber alamadıklarını, kayıplarını. Son bölüm diyorum ama aslında konuştuklarımız bu kadar değil. Ben sakladım. Ahmet Kaya, Gülten Kaya ve Hrant Dink anıları… 19 Ocak sayısına özel.

Ahmet Kaya’yı 16 Kasım 2000’de sürgünde kaybetmiştik. Aradan 25 yıl geçti. Bu 25 yılın tortusunu eşi Gülten Kaya ile konuştuk. Üç haftaya yayılan kapsamlı bir söyleşi oldu. Geçen hafta Ahmet Kaya ile nasıl tanıştığını, tanışmadan önce nasıl bir hayat yaşadıklarını, nasıl evlendiklerini bu sayfalarda anlatmıştı Gülten Kaya. Bu hafta Ahmet-Gülten Kaya çiftinin ev hallerini, çok ses getiren albümlerin üretim sürecini konuştuk.

Ahmet Kaya’yı 16 Kasım’da kaybetmemizin üzerinden 25 yıl geçti. Sokakta, televizyonda, radyoda sesini duymadığımız gün yok. Neden vicdanımız susmuyor? Neden kimse unutamıyor gittiğini? İnadına her gün dinleyip, inadına daha çok seviyoruz onu. Sesi, bitmeyen bir hicran şarkısı yüreklerimizde. Yokluğunun 25. yılında eşi Gülten Kaya’nın yaralarını kanatmadan, anılarına dokunmaya çalıştık. Uzun süren bu sohbetimiz üç haftaya yayılacak.

“displaced” oyunu, göçmenlerin, Rusya-Norveç arasında bulunan Storskog sınırından, iki kişinin bisiklet kullanarak geçmesini temel alan disiplinlerarası bir yerleştirme performansı. Göç meselesinden hareketle üretilen bu eserde yol, sınır, bağ, geçmiş, gelecek, umut, keder gibi kavramlar ele alınıyor ve William Saroyan’ın “İnsanın ülkesi neresidir?” sorusuna dikkat çekiliyor.

1999 yılında eşimle Ermenistan’a öğrenci olarak gittiğimde sokakları dolaşıp, tarihi mekânları sorup, soruşturuyorduk. Biri Vernisaj’ı önerdi. “Mutlaka Ermeni ustaların el emeklerini ve zanaatlarını yakından görmelisiniz” dedi. Vernisaj’ı hayran hayran dolaşırken tezgâhlardan biri Türkiye’den geldiğimizi duyunca bizi bir tezgâha yönlendirdi. Dün gibi aklımda Istepan ahparig sırtı bize dönük arkadaşlarıyla muhabbet ederken, yönlendiren kişinin seslenmesiyle bize döndü. İki soru sonra “Nerelisiniz?” sorusu döküldü dilinden; Eşim “Malatya” dediğinde bugüne uzanan 25 senenin kapısı açılmıştı. Senelerce özlemini çektiğim bu insanlar, yani artık rahmetli olan Istepan ahparig ve eşi Ojen hanım hiç tanımadıkları bizlere orada senelerce kol kanat gerip, dostluklarını bizden hiç esirgemediler. Ermenistan’a son gidişimde Ojen hanımla çok geç kalmış bir söyleşi gerçekleştirdim. Bu yazı senelerce bu değerli aileyi sizlere tanıtma arzusunun geç kalmış son durağı.

Bu gerçek mi, tek miyim? Neden tekim? Kilisede banttan bir ilahi sesi, ağzımda yarım yamalak bir dua, oturmuş bekliyorum. Birileri gelecek herhalde. Ortalık kıpırdandı, Yönetim Kurulu üyeleri geçti, Talin yanlarında, gözüm kapıda, araçtan inenlere bakıyorum. Paşinyan’ı gördüm! Mum yakmasını, dua etmesini uzaktan seyrettim. Daha sonra öne doğru yaklaşınca selamlaştık. O kadar yalnızdım ki, selamlaşabildim. Bugün Ermeni cemaatinin bir bireyi olarak değil, Ermeni Patrikhanesi’ne bağlı bir papaz eşi olarak, söyleyebildiklerimdense söyleyemediklerim kıymetli olsun sizin için.